Kıymetli kariilerim.
Sermuharrir köşesinin bugünkü makalesinde sizlerle birlikte mükerrer kelimesini masaya yatırıp artık unutulmaya yüz tutmuş bu kelimenin etimolojisine inmek suretiyle bir nevi suni teneffüs yaparak onu hayata döndürmeye çalışacağız. Fakat önce bir başka meseleyi gündeme getirmek istiyorum.
Geçtiğimiz aylarda bir mecliste Ayşe Hanımla denk gelmiş, sonrasında ise karşılıklı iki lafın belini kırma fırsatı bulmuştuk. Ayşe Hanım, uzun zamandır görüşmediğimizden dem vurup lafı yine köşe yazısına getirmişti. Ayşe Hanım’ı çok severim. Uzun yıllardır kitap eki ve bilumum ekler üzerinden matbuat dünyamıza, kültür ve sanat camiamıza pek kıymetli hizmetleri olmuştur. Kaç defa aramış halimi hatırımı sormuş, yine lafı bir şekilde köşe yazısına getirmiştir. “İrfan Bey, kitap ekimizin bir köşesinin size tahsis etsek, siz de orada ilminizin zekatından bizlere düşeni çiziktirseniz, çok memnun oluruz. Hem yıllar sonra sizi tekrar gazete sayfalarına transfer etmiş oluruz hem de okurlarımız sizden faydalanır. Bonservisiniz neyse, hiç düşünmeyin, biz hazırız.”
Her seferinde birtakım teşekkürlerle işi gümbürtüye getirip telefonu kapatmıştım ama bu sefer yüz yüze yakalanmıştım Ayşe Hanım’a. “İrfan Bey, he demeden bırakmam.” demesin mi? “Bonservis filan zinhar istemem. Bakayım, eskilerden bir şeyler varsa yollarım.” demiş bulundum ey kariiler. Geçen ay sizlerle buluşma hikayemiz böyle başladı işte.
Ayın 15’i gelince sokaktaki çocuklardan birinin eline bir miktar para sıkıştırıp Yeni Şafak almaya yolladım. Gazetem gelince çayımı alıp kitap ekini keyifle karıştırmaya başladım. Yazımın olduğu yere gelince bir de ne göreyim? Benim yazının olduğu sayfanın diğer sütununda cimriliği ve pahalıcılığı ile meşhur sahaf R*stem’in de yazısı var. Kaynar sular başımdan aşağıya döküldü. Bir miktar tansiyonum da düşmüş olmalı. Az sonra kendime gelince gözüm yazısının başlığına takıldı. Biraz okumuş da olabilirim ama sonuna kadar dayanamadım. R*stem’i fakülte yıllarından beri tanırım. İyi bir okurdu. Zamanında beraber çok mesaimiz de oldu itiraf etmek gerekirse. İlk yazılarımızı birbirimize göstermekten cebimizde bilmediğimiz kelimelerle dolaşmaya kadar bir sürü hatıra canlandı gözümde. Ansızın cebinden bir ufak kağıt çıkarır, kağıtta yazan kelimeleri kendisine sormamı isterdi. Bilirse o bir sıfır öne geçer, bilemezse ben bir-sıfır öne geçerdim. Bir dönem hasbelkader birlikte dergi bile çıkarmıştık. Yazısının üslubuna bakılırsa memleketi baştan ayağa değiştiren yıllar onu ve üslubunu pek değiştirememiş. Tanzimat döneminden mi yazıyor bilemedim. Hiç mi Ömer Seyfettin okumadın kardeşim. İçimden telefonu açıp Ayşe Hanım’dan, bu cimrinin yazılarının altına sözlük eklemesi gerektiğini söylemek geçti açıkçası. Ya da en kötü bir dahaki ay benim yazımı bu pahalıcı sahafın yazısıyla yan yana koymaması için ricacı olmak.
Dergicilik böyledir. Kimilerini bir araya getirir kimilerini de birbirinden ayırır. Bir dönem akademide iştigal ettikten sonra emekli olmuş diye duydum ama ne kadar doğrudur bilemem. Belki o sahaf dükkanını EYT’den emekli olup açmış da olabilir. Neyse, dedikoduya mahal vermeyelim.
Mükerrer kelimesinden bahsedecekken nerelere gelmiş, sütunu doldurmuşuz. Kıymetli kariilerimin affına sığınıyorum. Seçimden seçime kullandığımız bu güzelim kelimeyi bir başka yazıda ele alırız artık. Sağlıcakla kalın.